BÖLÜM 6: EĞİTİMDE TEKNOLOJİ KULLANIMI

6.2 EĞİTİM TEKNOLOJİSİNİN KISA TARİHÇESİ

Şekil 6.2.1 Charlton Heston, Musa rolünde. Taş tabletler de bir eğitim teknolojisi midir? (Eğitim teknolojilerine 10 Emir dilinde bir bakış için bkz. Selwood, 2014)
Fotoğraf: Allstar/Cinetext/Paramount

Teknolojinin eğitimdeki rolüne ilişkin tartışmalar, en azından 2.500 yıl öncesine dayanır. Teknolojinin öğretim sürecindeki rolünü ve öğretim sürecine etkisini daha iyi anlayabilmek için tarihe bakmamız gerekir; çünkü her zaman tarihten öğreneceğimiz dersler vardır. Paul Saettler’ın 1990 basımı ‘Amerikan Eğitim Teknolojisinin Evrimi (The Evolution of American Educational Technology) adlı kitabı, eğitim teknolojisi tarihinin en kapsamlı çalışmalarından biridir; ancak yalnızca 1989’a kadar olan dönemi ele almaktadır. O tarihten bugüne kadar çok şey değişti. Teemu Leinonen de, blogunda daha yeni döneme ilişkin güzel bir yazı yazmıştır (daha detaylı bilgi için bkz. Leitonen, 2010). Yine Öğrenme Teknolojilerinin Evrimi (The Evolution of Learning Technologies) başlıklı bilgi grafiği de bu konuda önemli bir kaynaktır.

Bu bölümde sizinle paylaşacaklarım, benim gözümden eğitim teknolojisi tarihinin kısaltılmış bir tasviri olacaktır.

6.2.1 Sözlü İletişim

Örgün öğretimin en eski formlarından biri sözlü iletişimdir. Zaman geçtikçe, sözlü iletişimi kolaylaştırmak veya ‘yedeklemek’ amacıyla teknoloji kullanılmaya başlanmıştır. Eski zamanlarda hikayeler, folklor, tarihçeler ve haberler sözlü iletişim yoluyla aktarılmış ve saklanmış, eksiksiz ezber ve anımsama kritik bir beceri olarak yer almıştır. Bugün bile, yerli kültürlerin bir çoğunda sözlü iletişim geleneği hala kullanılmaktadır. Antik Yunan’da hitabet ve anlatım, insanlar için öğrenme ve öğrendiklerini aktarma yöntemiydi. Homeros’ın İlyada ve Odesa’sı, halk önünde icra edilmek üzere konuşur gibi okunan resitatif şiirlerdi. Bu şiirleri öğrenebilmek için okuyarak değil dinleyerek ezberlemek, yazarak değil konuşarak aktarmak gerekirdi.

Bununla birlikte M.Ö. 5. yüzyıla gelindiğinde, antik Yunan’da artık hatırı sayılır miktarda yazılı belge de vardı. Sokrates’ın söylediğine göre, eğitim işte bundan sonra baş aşağı olmuştur. Eflatun’a göre Sokrates, bir gün öğrencilerinden birini (Phaedrus) aslında yazılı nüshasından öğrendiği bir konuşmayı belleğinden naklediyormuş gibi yaparken yakalar. Sokrates daha sonra, Phaedrus’a, Mısır Kralı’na hediye olarak yazıyı veren Tanrı Theuth’un hikayesini anlatır. Bu hediye, ‘hem bellek hem de akıl için bir formül’ niteliğinde olacaktır. Kral hediyeden etkilenmez. Krala göre;

yazı, ruhlarına unutkanlığı yerleştirecektir. Yazıya dökülenlere güvendikleri için belleklerini çalıştırmayı bırakacaklar, anıları kendi içlerinden değil dışarıdan aldıkları sembollere göre oluşturacaklardır. Keşfettiğin şey bellek için değil, hatırlamak için bir formül.. Havarilerine sunduğun şey ise gerçek bilgelik değil, yalnızca onun bir sureti… Onlara hiçbir şey öğretmeden bir çok şey söylüyorsun. Aslında genellikle hiçbir şey bilmeyecekler, ama sen onları biliyormuş gibi hissettireceksin. İnsanlar bilgelikle değil de bilgelik fikri ile dolunca, etraflarındaki insanlar için bir yük haline gelecekler.

Phaedrus, 274c-275, çeviri uyarlama Manguel, 1996

Bazı meslektaşlarımın, aynı şeyleri sosyal medya için söylediğini duyar gibiyim.

M.Ö. 12. yüzyılda Hindistan’da yazı levhaları kullanılırken, 18. yüzyıla gelindiğinde okullarda kara tahtaların kullanılmaya başlandığı görüyoruz. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda, ABD ordusu eğitimlerde tepegöz kullanmaya başlamış ve bu kullanım ders anlatımlarında da sıklıkla tercih edilmiştir. 1990’lara gelindiğinde tepegözlerin yerini elektronik projeksiyon cihazları ve Powerpoint gibi sunum yazılımları almıştır. Burada durup, şunu hatırlamamız gerekir: Eğitimde kullanılan teknolojilerin büyük çoğunluğu, eğitim için değil başka amaçlarla (çoğunlukla askeri veya iş amacıyla) geliştirilmişti.

Telefonun icadı 1870’lerin sonuna uzansa da, standart telefon sistemi hiçbir zaman başlıca eğitim araçlarından biri olmamıştır; uzaktan eğitimde bile… Bunun bir nedeni, çok kullanıcılı analog telefon konuşmalarının maliyetinin yüksek olmasıdır. Bu arada, sesli konferans sistemleri 1970’lerden beri diğer ortamları tamamlayıcı olarak kullanılmaktadır. Benzer şekilde, kablolu sistemlerin ve bu işe ayrılmış konferans odalarının kullanıldığı video konferans da, 1980’lerden bu yana kullanılmaktadır. 2000’lerin başında video sıkıştırma teknolojilerinde meydana gelen gelişmeler ve video sunucuların maliyetindeki düşüşler, 2008’de sınıf içerisindeki ders anlatımlarının kaydedilmesi ve canlı yayınlanmasını sağlayan ders kayıt sistemlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Webinarlar, bugün, derslerin İnternet üzerinden iletimi için yaygın olarak kullanılmaktadır.

Yine de bu teknolojilerin hiçbiri, öğretimde sözlü iletişim temelini değiştirmemektedir.

6.2.2 Yazılı İletişim

Eğitimde yazı kullanımının uzun bir geçmişi vardır. İncil’e göre Musa, M.Ö. 7. yüzyıl civarında, on emiri insanlara yazı formunda iletmek için taş üzerine yontmuştur. Sokrates’ın yazının kullanımına veryansın ettiğine dair söylentiler olsa da, yazılı iletişim biçimleri, uzun ve çözümlemeli akıl yürütme ve tartışmaları daha erişilebilir ve bozulmadan yeniden üretilebilir hale getirmektedir. Böylece konuşmanın geçici ve kısa süreli tabiatı düşünüldüğünde, çözümlemeye ve eleştiriye daha açık olduğu söylenebilir. Onbeşinci yüzyıl Avrupa’sında matbaanın keşfi ‘yıkıcı’ bir teknoloji olarak değerlendirilmiştir; çünkü matbaa, yazılı bilgiyi açık ve özgürce erişilebilir kılmıştır, tam da bugün İnternetin yaptığı gibi… Basım işleminin mekanikleşmesini takiben yazılı belgelerin sayısında yaşanan patlamanın sonucu olarak, hükümet ve iş dünyasının içerisinde yer alan çok sayıda kişinin okuryazar olması ve analitik düşünebilmesi gerekmiştir. Bu gereksinim, Avrupa’da örgün eğitimin hızla yayılmasına neden olmuştur. Rönesans’ın ve Aydınlanma’nın ortaya çıkması ve gelişmesi ile mantık ve bilimin batıl inançlar üzerindeki zaferinin ardında birçok neden vardır; ancak bu süreçteki kilit değişim öncüsü, basım teknolojisi yani matbaa olmuştur.

On dokuzuncu yüzyılda ulaşım altyapısındaki gelişmeler ve özellikle de 1840’larda ucuz ve güvenilir bir posta sisteminin oluşturulması, ilk örgün mektupla eğitim girişimlerini de beraberinde getirmiştir. Bu kapsamda Londra Üniversitesi, 1858 yılında mektupla dışarıdan bitirme diploma programı açmıştır. Bu ilk örgün uzaktan eğitim programı, halen daha Londra Üniversitesi Uluslararası Programı olarak varlığını sürdürmektedir. 1970’lerde Açık Üniversite öğretimde basılı materyal kullanım biçimini değiştirerek, uluslararası olarak kabul görmüş öğretim tasarımı ilkelerine dayalı olarak özel tasarlanmış, görsel nesnelerle resimlendirilmiş, öğrenme etkinliklerini basılı ortamla bütünleştiren ders notları hazırlamaya başlamıştır.

1990’ların ortalarına gelindiğinde, web tabanlı öğrenme yönetim sistemlerinin ortaya çıkmasıyla, metinsel iletişim (dijitalleştirilmiş bile olsa) kısa süre için İnternet tabanlı öğrenmenin ana iletişim ortamı halini almıştır. Kaydedilmiş ders videoları, bugün bunu değiştirmektedir.

6.2.3 Radyo-Televizyon Yayıncılığı ve Video

İngiliz Yayın Kuruluşu BBC (British Broadcasting Corporation), okullar için eğitsel radyo programlarına 1920’lerde başladı. BBC’nin yetişkinlere yönelik olarak 1924’de yayınladığı ilk eğitsel radyo programı, İnsanlar ve Böcekler konusunda bir konuşmaydı. Aynı sene, BBC’nin Eğitim Programları Direktörü J.C. Stobart, Radio Times isimli dergiye verdiği röportajda ‘radyo-televizyon yayını yapan üniversite’ düşüncesinden bahsetti (Robinson, 1982). Hem okullar hem de genel izleyici kitlesi için televizyonun eğitimde kullanılması 1960’ları buldu. Bugün bile, BBC’nin misyonuna ilişkin Kraliyet Fermanı’nda yer alan altı amaçtan biri ‘eğitim ve öğrenmeyi teşvik etmek’tir.

 


Şekil 6.2.3 BBC televizyon stüdyoları ve radyo vericisi, Alexandra Palace, London
Resim: © Oxyman (Creative Commons lisansıyla yeniden kullanım için lisanslanmıştır)

1969 senesinde, İngiliz hükümeti Açık Üniversite’yi kurdu. Açık Üniversite, BBC ile işbirliği içerisinde çalışarak, üniversite personeli tarafından özel olarak tasarlanmış basılı materyaller ile BBC tarafından yapılan radyo ve televizyon programlarının derslerle bütünleştirildiği, üniversite düzeyinde ve herkesin erişimine açık programlar yayınlamaya başladı. Radyo programları çoğunluklu sözlü iletişimi kullansa da, televizyon programları yalnızca ders anlatımları üzerine yapılandırılmamış, belgeseller, süreç gösterimleri ve örnek olaylar ya da vaka çalışmaları gibi daha genel televizyon yayın biçimlerine odaklanmıştı (bkz. Bates, 1985). Diğer bir deyişle BBC, televizyonun kendine özgü, eşsiz ‘kolaylık’ları üzerine odaklanmıştı. Bu konu, ileride daha ayrıntılı olarak tartışılacaktır. Zaman geçtikçe, ses ve video kaset gibi yeni teknolojiler hayatımıza girdi ve Açık Üniversite programlarındaki (özellikle de radyodaki) canlı yayınların sayısı azaldı. Yine de, bugün hala, Kanada’da TVOntario ve ABD’nde PBS, History Channel veya Discovery Channel gibi dünya çapıda yayın yapan eğitsel televizyon kanalları bulunmaktadır.

Televizyonun eğitimde kullanımı dünya üzerinde hızla yaygınlaşmış, ve hatta 1970’de Dünya Bankası ve UNESCO gibi uluslararası kuruluşlar başta olmak üzere bazıları tarafından gelişmekte olan ülkelerdeki eğitim sorununa deva olarak görülmüştür. Elektrik, maliyet, kamuya açık ekipmanların güvenliği, iklim, yerel eğitmenlerin direnci, yerel diller ve kültürel sorunlar gibi gerçeklerle yüz yüze gelindiğinde, bu umutlar aynı hızla sönmüştür (örneğin bkz. Jamison ve Klees, 1973). 1980’lerde uydu yayınlarının kullanılabilir hale gelmesiyle umutlar bir kez daha yeşermiş, ancak ‘dünyadaki lider üniversitelerin dünyanın açlık çeken kitlelerine eğitim vermesi’ne ilişkin aynı umutlar benzer nedenlerle tekrar sönmüştür. Bununla birlikte, 1983’de kendi uydusu INSAT’ı fırlatan Hindistan, INSAT’ı ilk olarak yerel uzmanlar tarafından farklı yerel dillerde hazırladığı eğitsel televizyon programlarını, kendi tasarladığı alıcıları ve televizyon setlerini kullanarak, ülke çapında yerel halk eğitim merkezleri ve okullarda yayınlamada kullanmıştır (Bates, 1985). Hindistan, bu kitabın yazıldığı yıllarda, halen daha en yoksul bölgelerinde televizyonla eğitim için uydularını kullanmaktaydı.

1990’lara gelindiğinde, video çekim ve dağıtım maliyetleri dijital sıkıştırma teknolojileri ve yüksek hızlı İnternet erişimine bağlı olarak gözle görülür düzeyde düşmüştür. Maliyetlerdeki bu düşüş, ders kayıt sistemlerinin gelişmesine yol açmıştır. Bu teknoloji sayesinde öğrenciler, İnternet bağlantısı ile ders anlatımlarını istedikleri zaman ve istedikleri yerden izleme veya tekrar izleme olanağına sahip olmuşlardır. Massachusettes Teknoloji Enstitüsü (MIT) 2002 yılında başlattığı Açık Ders Malzemeleri projesi kapsamında, kaydettiği ders anlatımlarını ücretsiz olarak herkesin erişimine açmaya başlamıştır. 2005 yılında hayata geçen Youtube’u, 2006’da Google satın almıştır. Youtube’da yer alan kısa eğitsel videolar, indirilip çevrimiçi derslerde kullanılabilmektedir. Khan Academy, matematiksel gösterimler ve denklemler için dijital bir karatahta kullanarak çektiği dış-sesli ders anlatım videolarını 2006 yılından itibaren Youtube üzerinden paylaşmaya başlamıştır. Apple, kullanıcılar tarafından ücretsiz olarak alınıp indirilebilecek videoların ve yükseköğretim düzeyindeki diğer dijital materyallerin bulunduğu iTunes U portalını 2007’de hayata geçirmiştir.

Ders anlatım videoları kullanıma girene kadar, temel eğitim tasarımı özelliklerinin bir araya getirildiği öğrenme yönetim sistemleri (ÖYS) kullanılıyordu; ancak bunun için, eğitmenlerin sınıf tabanlı öğretimlerini ÖYS ortamına uyacak şekilde yeniden tasarlamaları gerekiyordu. Diğer taraftan ders anlatımlarının kayda alınması, standart ders anlatım modelinde hiçbir değişiklik yapılmasını gerektirmiyordu ve Powerpoint sunumları ya da karatahtaya not yazımıyla destekleniyor olsa da, bir anlamda sözlü iletişime bir geri dönüş niteliğindeydi. Dolayısıyla, sözlü iletişimin günümüz eğitiminde hala güçlü bir yöntem olduğunu, ancak yeni teknolojilerle bütünleştiğini ve uyumlaştığını söyleyebiliriz.

6.2.4 Bilgisayar Teknolojileri

6.2.4.1 Bilgisayar-Temelli Öğrenme

Özü itibariyle programlı öğrenmenin gelişimi, donamı ve yazılımın tasarımı ile içeriğin ve ölçme-değerlendirme sorularının sisteme yüklenmesi haricinde herhangi bir insan müdahalesi olmadan enformasyonu yapılandırmak, öğrenenin bilgisini ölçmek ve öğrenenlere anında geri bildirim sağlamak suretiyle öğretimi bilgisayarlaştırmak amacını taşımaktadır. 1954 yılında B.F. Skinner, davranışçılık kuramı temelinde, programlı öğretim modelini kullanan öğretim makineleriyle deneylere başlamıştır (bkz. Bölüm 2.3). Skinner’in öğretim makineleri, bilgisayara dayalı öğrenmenin ilk uygulamalarından biri olmuştur. Makinelere dayalı ölçme insanlara dayalı değerlendirmeden çok daha kolay ölçebildiği için, KAÇD’ler sayesinde programlı öğretim yaklaşımı son yıllarda tekrar canlanma eğilimi göstermektedir.

Illinois Üniversitesi tarafından geliştirilen genelleşmiş bilgisayar destekli bir öğretim sistemi olan PLATO, 1970’lerin sonunda dünya üzerindeki yaklaşık bir düzine ağ tabanlı, farklı ana bilgisayar üzerinde yer alan binlerce terminale sahipti. PLATO oldukça başarılı bir sistemdi. Yaklaşık 40 yıl süreyle kullanılan sistem, tartışma forumları, mesaj panoları, çevrimiçi ölçme-değerlendirme, sohbet odaları, gerçek zamanlı mesajlaşma, uzaktan ekran paylaşımı ve çok oyunculu oyunlar gibi kritik çevrimiçi kavramları kullanmaktaydı.

Yapay zeka (AI-Artificial Intelligence) yoluyla öğretim sürecinin tekrarlanmasına yönelik girişimler, matematik öğretimine odaklı olarak 1980’lerin ortalarında başlamıştır. Son 30 yılda yapay zekanın öğretim amaçlı kullanımı ile ilgili araştırmalara büyük yatırımlar yapılmasına rağmen, elde edilen sonuçlar hayal kırıklığı yaratmıştır. Araştırmalara göre makineler, öğrencilerin öğrenmede kullandıkları zengin çeşitlilikteki yöntemlerle başa çıkamamaktadır. Biliş bilimi ve sinirbilim alanında son dönemde yaşanan gelişmeler yakından izlenmektedir; ancak, bu kitabın yazıldığı dönemde, temel bilimler ile temel bilimler üzerinden belirli öğrenme davranışlarının analiz edilmesi veya öngörülmesi arasında halen daha bir uçurum bulunmaktaydı.

Daha yakın geçmişe baktığımızda ise, uyarlanabilir öğrenmenin ortaya çıkıp geliştiğini görüyoruz. Uyarlanabilir veya uyarlanır öğrenmede, öğrencilerin yanıtları çözümlendikten sonra öğrenciler verdikleri yanıtlara (yani gösterdikleri performansa) göre kendilerine en uygun içerik alanına yönlendirilirler. Öğrencilerin gerçekleştirdiği etkinliklere ilişkin verileri toplayıp bu verileri öğrenci performansı gibi diğer verilerle ilişkilendiren öğrenme analitiği de, yine yakın geçmişte tanık olduğumuz bir gelişmedir. Bu gelişmeler, Konu 6.7’de daha ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

6.2.4.2 Bilgisayar ağları

1982 yılında İnternet protokolünü ilk kullanan ağ ABD’de kurulan ARPANET idi. 1970’lerin sonlarına doğru, New Jersey Teknoloji Enstitüsü’nden Murray Turoff ve Roxanne Hiltz Enstitü’nün iç bilgisayar ağını kullanarak harmanlanmış öğrenmeyle ilgili deneyler yapıyorlardı. Sınıfta yüz yüze öğretimi çevrimiçi tartışma forumlarıyla birleştiren araştırmacılar, buna Bilgisayar Aracılı İletişim (CMC-Computer Mediated Communication) adını verdiler (Hiltz ve Turoff, 1978). 1980’lerde Kanada’daki Guelph Üniversitesi’nde, CoSy adı verilen kullanıma hazır bir yazılım sistemi üretildi. Bugünün öğrenme yönetim sistemlerindeki tartışma forumlarının atası olarak kabul edilebilecek CoSy, çevrimiçi izlekli tartışma forumlarının kullanılmasına olanak sağlıyordu. 1998’de Açık Üniversite’nin başlattığı DT200 kodlu ders, üniversitenin geleneksel basılı materyal, televizyon programları ve ses kasetlerine ek olarak CoSy’i de çevrimiçi tartışma bileşeni olarak kullanıyordu. Derse kayıtlı 1,200 öğrenci olduğu düşünüldüğünde, bu dersin en eski ‘kitlesel’ açık çevrimiçi derslerden biri olduğu söylenebilir. Böylece, bilgisayarların otomatikleştirilmiş veya programlı öğrenme için kullanımı ile bilgisayar ağlarının öğrenci ve eğitmenlerin birbirleriyle iletişim kurmaları için kullanımı arasındaki farkın ortaya çıkmaya başladığını görebiliyoruz.

World Wide Web (Dünya Çapında Ağ), resmi olarak 1991 yılında başlatılmıştır. World Wide Web, basitçe, ‘uç kullanıcıların’ belge, video veya diğer dijital medya türlerini oluşturup bağlantı vererek paylaşabilmelerine izin veren ve İnternet üzerinde çalışan bir uygulamadır. World Wide Web’in özelliği, uç kullanıcıların her şeyi bir tür bilgisayar koduna dönüştürmeye ihtiyaç duymadan bunları yapabilmesini sağlamaktır. İlk ağ gözgezdiricisi olan Mosaic, 1993’de kullanıma açılmıştır. Web’den önce, İnternet’e metin yüklemek veya İnternet’te materyal bulabilmek uzun süren ve zaman alıcı bir süreçti. 1993’den bu yana çok sayıda arama motoru geliştirildi. 1999’da kurulan Google, bugün önde gelen arama motorlarından biri olma özelliğini sürdürmektedir.

6.2.4.3 Çevrimiçi öğrenme ortamları

1995 yılına gelindiğinde Web, daha sonra Blackboard’a dönüşecek WebCT gibi ilk öğrenme yönetim sistemlerinin (ÖYS) gelişimini olanaklı kıldı. ÖYS’ler, ders içeriklerinin yüklenip düzenlenebileceği, aynı zamanda öğrenme hedefleri, öğrenci etkinlikleri, ödevler, sınavlar ve tartışma forumları gibi etkinliklerin yer alabileceği bir ‘alan’ da sağlayan çevrimiçi öğretim ortamlarıdır. 1995’de ortaya çıkan ilk kredili çevrimiçi derslerin bazıları ÖYS kullanmaktaydı, bazıları da metin belgelerini PDF veya slayt olarak yüklemekle yetinmekteydi. Materyaller genellikle metin ve grafik ağırlıklıydı. 2008 senesinde ders kayıt sistemleri ortaya çıkana kadar, ÖYS’ler çevrimiçi öğrenme için ana iletim yöntemi olmuştur.

2008’de Kanada’da George Siemens, Stephen Downes ve Dave Cormier ilk bağlantıcı Kitlesel Açık Çevrimiçi Ders’i (KAÇD) oluşturmak için web teknolojisini kullanıyorlardı. Uzmanların webinar sunumlarını ve/veya blog yazılarını katılımcıların blogları ve tweet’leriyle birleştiren bir uygulama topluluğu niteliğinde olan bu dersin 2.000’in üzerinde katılımcısı olmuştu. Dersler herkese açıktı ve formal bir değerlendirme yoktu. 2012 yılında Stanford Üniversitesi’nden iki akademisyen yapay zeka konusunda ders anlatım videolarına dayalı bir KAÇD başlattılar ve 100.000’den fazla öğrencinin katılımını sağladılar. O zamandan beri de, KAÇD’ler dünya üzerinde hızla yaygınlaştı.

6.2.5 Sosyal Medya

Bilgisayar teknolojisinin bir alt kategorisi olan sosyal medyanın gelişimi, eğitim teknolojisi tarihi içerisinde başlı başına bir yer sahibi olmayı hak etmektedir. Sosyal medya, çok geniş yelpazede farklı teknolojilerin kullanımını içermektedir: bloglar, wikiler, Youtube videoları, akıllı telefon ve tablet gibi mobil cihazlar, Twitter, Skype ve Facebook gibi… Andreas Kaplan ve Michael Haenlein (2010) sosyal medyayı şöyle tanımlamaktadır:

sanal topluluklar ve ağlar içerisinde insanlar arasındaki etkileşime dayalı olarak kullanıcı katkılı içerik oluşturulmasına ve değişimine olanak sağlayan İnternet tabanlı uygulamalar grubu 

Sosyal medya, genellikle gençlerle ve Y kuşağıyla, yani yükseköğretime devam etmekte olan öğrencilerin çoğuyla ilişkilendirilmektedir. Bu kitabın yazıldığı dönemde, sosyal medya yeni yeni örgün eğitimle bütünleştirilmeye başlanmıştı ve sosyal medyanın eğitsel değeri bugüne kadar uygulama topluluklarının işlemesi gibi kolaylıklar yüzünden yaygın eğitimle veya ders esnasında tweet atmak veya eğitmeni değerlendirmek gibi etkinlikler sayesinde sınıf öğretiminin sınırları içerisinde kalmıştı. Bölüm 8, Bölüm 9 ve Bölüm 10’da, sosyal medyanın öğrenme için aslında çok daha kritik bir potansiyele sahip olduğunu tartışacağız.

6.2.6 Paradigma Kayması

Eğitimin, uzun süredir teknolojiyi benimsediğini ve uyumlandırdığını görebiliyoruz. Teknolojinin eğitim amaçlı kullanımında yaşanan son gelişmelerden edinilen birçok faydalı ders bulunmaktadır. Bu derslerin en önemlilerinden biri, yeni ortaya çıkan bir teknolojiye ilişkin getirilen savların mutlaka doğru ya da yeni olmayabileceğidir. Aynı şekilde yeni teknolojilerin tamamen eski teknolojilerin yerini aldığı nadirdir. Eski teknolojiler, kendilerine ayrılan özel bir yerde kullanılmaya devam eder; radyonun dinlenmeye devam edilmesi veya daha zengin bir teknolojik ortamın parçası olarak videoların İnternet’te kullanılması gibi…

Bununla birlikte; dijital çağı daha önceki tüm çağlardan ayıran en önemli özellik, teknoloji gelişiminin hızı ve teknoloji tabanlı uygulamaların günlük hayatlarımıza derinlemesine girmiş olmasıdır. Dolayısıyla, İnternetin eğitim üzerindeki etkisini, en azından eğitim teknolojisi açısından bir paradigma kayması olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Bir sonraki konuda, farklı medya ve teknolojilerin eğitim açısından önemine daha yakından bakacağız.

Etkinlik 6.2 Tarih bize neler fısıldıyor?

  1. Eğitim teknolojisi neleri içerir? MIT’nin açık ders malzemesi olarak herkesin erişimine sunulan bir ders kaydını nasıl sınıflandırırsınız? Teknoloji ne zaman yalnızca teknoloji olmaktan çıkıp eğitsel bir hale gelir?
  2. İnternetin eski bir sürümü olan ARPANET 1990’dan önce vardı, ancak İnternet protokolleri, html ve WWW’nin gelişimi hem telekomünikasyon hem de eğitim açısından bir dönüm noktası olmuştur (en azından benim için). O zaman, size göre İnterneti veya Web’i bir paradigma kayması haline getiren nedir? Yoksa bütün bunlar yalnızca evrim sürecinin bir parçası, teknoloji gelişiminin doğal bir getirisi midir?
  3. Yazı bir teknoloji midir? Ders anlatımı bir teknoloji midir? Bunların teknoloji olup olmadığına karar vermek çok da önemli midir?
  4. Sizlerin arasından olaylara daha analitik bakanların kafasında, yukarıda bahsi geçen teknolojilerin bazılarının tanımlanmasına veya sınıflandırılmasına ilişkin bir takım sorular olabilir. Örneğin bilgisayar aracılı iletişim İnternet’ten önce var olmuştur, ama bu bir İnternet teknolojisi değil midir? (Şimdi bir İnternet teknolojisi olarak değerlendirilse de, o zaman değildi). Sosyal medyanın, bilgisayar aracılı iletişimden farkı nedir? Yayın, kablo, uydu, DVD veya video konferans gibi televizyon teknolojilerini birbirinden ayırıp sınıflandırmak akılcı mıdır yoksa artık bunları sınıflandırmaya gerek yok mudur? Peki bunları birbirinden ayıran nedir? Eğitsel açıdan baktığımızda, ortak özellikleri nelerdir?

İlerleyen bölümlerle, bu konuların bir kısmını açıklığa kavuşturmuş olacağız.

Kaynakça

Bates, A. (1985) Broadcasting in Education: An Evaluation London: Constables.

Hiltz, R. and Turoff, M. (1978) The Network Nation: Human Communication via Computer Reading MA: Addison-Wesley.

Jamison, D. and Klees, S. (1973) The Cost of Instructional Radio and Television for Developing Countries Stanford CA: Stanford University Institute for Communication Research.

Kaplan, A. and Haenlein, M. (2010), Users of the world, unite! The challenges and opportunities of social media, Business Horizons, Vol. 53, No. 1, pp. 59-68.

Leitonen, T. (2010) Designing Learning Tools: Methodological Insights Aalto, Finland: Aalto University School of Art and Design.

Manguel, A. (1996) A History of Reading London: Harper Collins.

Robinson, J. (1982) Broadcasting Over the Air London: BBC.

Saettler, P. (1990) The Evolution of American Educational Technology Englewood CO: Libraries Unlimited.

Selwood, D. (2014) What does the Rosetta Stone tell us about the Bible? Did Moses read hieroglyphs? The Telegraph, July 15.

Lisans

 Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisans için ikon

Dijital Çağda Öğretim Copyright © by A.W. (Tony) Bates is licensed under a Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisans, except where otherwise noted.

Bu Kitabı Paylaş

Geri bildirim / Hatalar

Yorumlar kapalıdır.