BÖLÜM 9: DERS VERME BİÇİMLERİ

9.5 KAMPÜSÜN GELECEĞİ

Şekil 9.5.1 Kampüsün büyüsü
Resim: © Cambridge İleri Çalışmalar Programı, Cambridge Üniversitesi, U.K., 2015

Kampüslerde bile her geçen gün daha fazla ders veya program çevrimiçi ortama taşındıkça, yüz yüze öğretimin işlevi ve kampüslerdeki alanların kullanımı konusunda kafa yormak giderek daha önemli hale gelmektedir.

9.5.1 Dijital dünyada yüz yüze öğretimin kendine özgü özelliklerinin belirlenmesi

MIT Dijital Öğrenme Ofisi’nin direktörü olan Sanjay Sarma MIT’nin LINC 2013 konferansında yaptığı konuşmada, kampüste yüz yüze öğretim ile çevrimiçi öğrenme (ve özellikle de KAÇD’ler) arasındaki farkın belirlenmesi konusunu ele aldı. Sarma, herkese açık olan ve belirli konu alanlarında üst düzey bilgiye erişim imkanı veren KAÇD’ler ile çevrimiçi deneyimden belirgin biçimde farklı olan kampüste eğitim almanın büyüsü arasındaki farktan bahsetti.  

Sarma, konuşmasında, kampüsün sahip olduğu büyüyü tanımlamanın veya betimlemenin zor olduğuna işaret etti; ancak  

  • öğretim üyeleri ve öğrenciler arasında koridorlarda yapılan sohbetlerin ve tartışmaların,
  • ders ve laboratuvar çalışmaları dışında da öğrencilerle yapılan mühendislik uygulamalarının,
  • birbirlerine yakın öğrenciler arasında gerçekleşen informal öğrenmenin 

kampüsün büyüsü içerisinde yer aldığını söyledi. Sarma’nın sunumunda açıkça ifade etmese de ima ettiği birkaç özellik daha vardı:

  • MIT’e kabul edilen öğrencilerin düzeyi ve zaten yüksek olan kalitelerini daha da yükseğe çıkmak için birbirlerini ‘sıkıştırmaları’
  • MIT’deki eğitimleri sırasında öğrencilerin geliştirdiği ve mezun olduktan sonraki yaşamlarında da büyük etkisi olan sosyal ağların önemi.

Laboratuvarlara kolaylıkla ve sıklıkla erişebilme, kampüste eğitim almanın en eşsiz özelliklerinden biridir. Uzaktan erişimli laboatuvarlar ve simülasyonlarla ilgili birçok yeni gelişme olmasına rağmen, bu önemli deneyimi ‘uzaktan’ yaşamak kolay değildir. Kampüste romantik bir ilişki başlatma ve gelecekteki partnerini veya eşini bulma fırsatlarının önemi de yadsınamaz. Ancak belki de kampüsün sağladığı en önemli avantaj, kişilerin gelecekte kariyerlerinde geliştirecekleri sosyal bağlantıların kurulmasıdır.

Bunların gerçekten yüz yüze öğretimin kendine özgü eşsiz özellikleri mi yoksa son derece pahalı ve seçici elit kurumlara özgü kampüs deneyiminin sağladığı avantajlar mı olduğunun kararını size bırakacağım. Ben, çoğu öğretmen ve öğretim elemanı için yüz yüze öğretimin daha somut ve daha genel pedagojik avantajlarının düşünülmesi ve tanımlanması gerektiğini düşünüyorum.

9.5.2 Eşit ikame yasası

Bu arada, eşit ikame yasası olarak adlandırdığım varsayımla başlayalım: Akademik açıdan bakıldığında birçok ders, çevrimiçi yaklaşımla da yüz yüze olduğu kadar iyi öğretilebilir. Yani, konunun gerektirdiği akademik özelliklerden çok, maliyet, öğretmenlere uygunluğu, sosyal ağ oluşturma, öğretmenin bilgi ve becerisi, öğrenci tipi veya kampüs bağlamı gibi diğer faktörler, bir dersin çevrimiçi olarak mı yoksa kampüste yüz yüze mi verilmesinde daha belirleyici olacaktır. Bunlar, kampüs deneyiminin ayrıcalıklı kılınması için son derece makul nedenler olarak görülmektedir.

Aynı zamanda, öğrencilerin yüz yüze veya bire bir uygulamalı olarak öğrenmesi ardında güçlü bir akademik gerekçe var olsa da, dikkate alınması gereken bir takım kritik hususlar bulunmaktadır. Diğer bir deyişle, eşit ikame yasasının istisnalarını belirlemek zorundayız. Kampüste yüz yüze eğitimin kendine özgü pedagojik özelliklerinin daha dikkatlice, en azından şimdi olduğundan daha kuramsal tabanlı araştırılmasına ihtiyaç vardır; ancak, bugün itibariyle, öğrenme çıktıları açısından kampüs deneyiminin eşsizliğinin ne olduğunu tanımlayacak güçlü veya inandırıcı bir yöntem mevcut değildir. Eldeki varsayım, kampüs deneyiminin en azından bazı şeyler için daha iyi olduğudur; çünkü şimdiye kadar hep böyle olmuştur. Sanırım soruyu ters yüz edip tekrar sormak gerekir: Öğrencilerin birçok şeyi çevrimiçi öğrenebildiği bir çağda, kampüste eğitim almanın akademik veya pedagojik gerekçesi nedir?

9.5.3 Çevrimiçi öğrenmenin kampüs deneyimi üzerindeki etkisi

Harmanlanmış eğitime geçişin kampüsteki öğrenme mekanlarını nasıl etkileyeceği konusunu incelediğimizde, bu soru daha da önemli hale gelmektedir. Bu durum, bazı üniversiteler, yüksekokullar ve okullar için patlamaya hazır bir bomba olarak ifade edilebilir.

9.5.3.1 Sınıf tasarımını yeniden düşünmek

Ders anlatımlarından daha etkileşimli öğrenmeye geçtikçe, öğrenmenin gerçekleştiği mekanlar ve pedagojinin, çevrimiçi öğrenmenin ve öğrenme mekanlarının tasarımının birbirlerini nasıl etkilediği konularını da düşünmemiz gerekir. Çalışmalarının büyük bölümünü çevrimiçi yapabilecekken kampüse gelmeyi cazip ve yapmaya değer kılmak için, kampüs etkinliklerinin anlamlı olması gerekir. Örneğin, çevrimiçi çalışmaları sınıf etkinlikleriyle birleştirmek isteyeceklerini de aklımızın bir yerinde tutarsak, öğrencilerimizin kişilerarası iletişim ve yoğun grup çalışması için kampüse gelmesini istiyorsak, öğrencilerin bunu yapabilmeleri için kampüste yeterince esnek ve iyi donatılmş mekanlar olacak mı?

Aslına bakılırsa yeni teknolojiler, harmanlanmış öğrenme ve öğrencilerin dijital çağın gerektirdiği bilgi ve becerileri geliştirmesi isteği, bazı öğretmenleri ve mimarları sınıf ortamını ve sınıfın kullanılma şeklini tekrar düşünmeye itmektedir.

Şekil 9.5.3 Steelcase’in etkileşimli sınıf tasarımı (© Steelcase, 2013)

ABD’de okul ve büro mobilyaları üretimindeki ünlü isimlerden biri olan Steelcase, öğrenme ortamlarıyla ilgili olarak yaptıkları kapsamlı araştırmalara ek olarak çevrimiçi öğrenmenin sınıf tasarımına olan etkileri üzerine düşünmek anlamında da yükseköğretim kurumlarından kat kat ötede görünüyor. Steelcase’in eğitim araştırmaları web sitesi ve hazırlamış olduğu iki raporun (Aktif Öğrenme Alanları ve 360°: Yükseköğretimde Öğrenme Alanlarını Yeniden Düşünmek), tüm yükseköğretim kurumlarının ve hatta ilk ve ortaöğretim kurumlarının da incelemesi gereken kaynaklar olduğunu düşünüyorum.

Aktif Öğrenme Alanları raporunda Steelcase şöyle diyor:

Formal öğrenme alanları yüzyıllardır aynı kalmıştır: öğretmene ve duvardaki tahtaya bakan dizi dizi sırayla doldurulmuş dikdörtgen bir kutu… Sonuç olarak, bugünün öğrencileri ve öğretmenleri bu modası geçmiş mekanlar başarılı bir öğrenme ortamının üç kilit unsurunu yeterince desteklemediği için sıkıntı çekmektedir. Bu üç kilit unsur pedagoji, teknoloji ve mekandır.

Değişim pedagojiyle başlar. Öğretmenler ve öğretim yöntemleri çok çeşitlidir ve sürekli evrilir. Sınıflar, bir dersten diğerine ve hatta bazen aynı ders saati içerisinde bile değişim ister. Dolayısıyla, farklı öğrenme ve öğretme tercihlerine göre kendilerini akıcı bir şekilde uyarlayabilmelidirler. Öğretmenler, bu yeni ihtiyaçlara karşılık verebilecek yeni öğretim stratejileri geliştirmeleri konusunda desteklenmelidir.

Teknoloji entegrasyonu dikkatli ve özenli bir biçimde yapılmalıdır. Bugünün öğrencileri, enformasyonu göstermek, paylaşmak ve sunmak için teknolojiyi rahatlıkla kullanabilen dijital yerlilerdir. İçeriği göstermede kullanılacak dikey yüzeyler, çoklu projeksiyon yüzeyleri ve farklı konfigürasyonlara sahip beyaz tahtalar günümüz sınıflarının önemli unsurlarından olmalıdır.

Mekan, öğrenmeyi etkiler. Derslerin dörtte üçünde sınıf tartışmaları yapılıyor, bütün derslerin neredeyse yüzde 60’ı ise küçük grup çalışmalarını içermekte ve bu yüzdeler her gün artmaya devam etmektedir. Etkileşimli pedagojiler, herkesin hem içeriği hem de birbirlerini görebileceği ve birbirleriyle etkileşim kurabilecekleri öğrenme alanlarına ihtiyaç duymaktadır. Sınıftaki her sandalye, sınıfın en iyi sandalyesi olmalıdır, olabilir de… Okullar yapılandırmacı pedagojileri benimsedikçe, “kürsüdeki bilge” yerini “yanıbaşımızdaki rehber”e bırakmaktadır. Bu öğrenme alanlarının, sınıftaki pedagojiyi ve teknolojiyi desteklemesi ve öğretmenlerin gruplar arasında gezinerek gerçek zamanlı geri bildirim sağlamasına, değerlendirme ve yönlendirme yapmasına ve akranlarıyla çalışan öğrencileri desteklemesine olanak vermesi gerekmektedir. Dikkatli ve özenli bir şekilde düşünülüp bir araya getirilen pedagoji, teknoloji ve mekan yeni aktif öğrenme ekosistemini tanımlamaktadır. 

Öğrencilerin çalışmalarının büyük çoğunluğunu çevrimiçi olarak (ve sıklıkla da sınıf dışında) gerçekleştirdiği düşünüldüğünde, sınıfların da bu gerçeği dikkate alması gerekmektedir. Bunun anlamı, bilgiye erişimin, bilgiyle çalışmanın, bilgiyi paylaşmanın ve göstermenin hem sınıf içerisinde hem sınıfın dışında yapılabilmesi için gerekli olanakların sağlanmasıdır. Nitekim sınıflar grup çalışmalarını destekleyecek şekilde mobilya ve ekipman ‘küme’leri şeklinde tasarlandığında, kümelerde bulunan elektronik altyapıyla öğrencilerin mobil cihazlarını elektrik ünitelerine bağlamaları, kablosuz İnternet erişimine sahip olmaları ve böylece çalışmalarını sınıf içerisinde paylaşılan ekranlara iletebilmeleri (sınıf Intraneti gibi) mümkün olacaktır. Sınıfta, ayrıca, öğrencilerin bireysel olarak da çalışabilecekleri sessiz alanlar olmalıdır.

Gainsborough’daki Florida Üniversitesi’nden Tawnya Means ve Jason Meneely UBTech 2013 konferansında sundukları raporda, üniversitedeki birçok bölümün sınıfları hem formal hem informal aktif grup öğrenmesini olanaklı kılacak şekilde düzenlendiğini söylediler. Sınıflarda farklı mobil cihazların bağlanabileceği küçük mobil masalar ve hem öğrencilerin hem de öğretmenin ekran paylaşım kontrolleri üzerinde yetkisinin olduğu yazılımlar, vaka temelli, problem temelli, proje temelli ve işbirliğine dayalı öğrenmeyi desteklemek için kullanılıyordu. Diğer bir tasarım da, eski bir mutfak ve sınıfı açık bir kafeterya haline dönüştürüp, grup öğrenme alanı veya bireysel çalışmalarda mola alanı olarak kullanmak olmuştu. Böylece, öğrenciler hiç ara vermeden aynı mekanda sosyalleşebiliyor, grup çalışmalarına devam edebiliyor ve bireysel olarak da çalışabiliyordu. Winston Churchill’den alıntı yapan Meneely, şöyle söyledi: ‘Biz binalarımıza şekil veririz, binalarımız da bizlere..’ Meneely’e göre, üniversiteler öğretim elemanlarına esnek öğrenme alanları sağladığında, öğretim elemanları da zaman geçtikçe doğal olarak aktif öğrenme yaklaşımlarını uygulamaya başlayacaklardı.

9.5.3.2 Ters-yüz (dönüştürülmüş) sınıflar ve harmanlanmış öğrenmenin sınıf tasarımına etkisi

Bu sınıf tasarımları, öğrencilerin eğitimlerini nispeten küçük sınıflarda aldıklarını öngörmektedir. Bununla birlikte, büyük amfilerin de ters-yüz sınıflar gibi hibrit tasarımlar için yeniden yapılandırıldığını görebiliyoruz. Görsel-işitsel teknolojilerle çalışan bir şirket olan Sextant Group’tan Mark Valenti’nin (2013) şunu dediği söylenir:

büyük sınıflar ve amfiler için sonun başlangıcına tanıklık ediyoruz.’

Yine de, mevcut mali koşullar düşünüldüğünde, yeniden tasarlanan bu büyük sınıflar ve amfilerdeki ders süresinin bireysel sınıflarda yapılacak küçük grup çalışmaları için kullanılacağını varsaymak mantıklı değil… Genellikle bin kadar öğrenciye hizmet veren bu amfilerin yerine geçecek sayıda küçük sınıf bulmak söz konusu olmayacaktır. İhtiyaca göre hem küçük çalışma grupları şeklinde düzenlenebilecek hem de tek bir büyük gruba hizmet verebilecek şekilde kolaylıkla biçim değiştirebilecek büyük alanlara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu alanlarla ilgili söyleyebileceğimiz tek şey, günümüzün amfilerinin çoğunda olan yere çakılı, dizi dizi sıraların kesinlikle bu alanlarda bulunmaması gerektiğidir.

Steelcase, aynı zamanda, öğretmenler ve öğretim elemanlarının çalışma alanları ile ilgili de araştırmalar yapmaktadır. Örneğin bir üniversite öğrenciler için veya öğrenme için bir ortak alan düşünüyorsa, neden öğretim elemanlarının ofislerini ayrı bir binaya koyuyoruz da bu genel alan için planlamıyoruz? Belki de, öğretim elemanlarının ofislerini daha açık öğretim alanları ile birleştirmeyi düşünmeliyiz.

9.5.3.3 Yatırım planları

Steelcase gibi bir şirketin niçin bu gelişmelerle ilgilendiğini tahmin etmek çok zor değil. Yukarıda bahsettiğimiz ihtiyaçlara yanıt verebilecek daha yeni ve daha iyi okul mobilyalarının satışı için inanılmaz bir ticari fırsattan bahsediyoruz. Ancak, aslında sorun da burada… Üniversiteler, yüksekokullar ve özellikle de okullar, bu yeni sınıf tasarımlarına geçecek mali kaynağa sahip değil; ki bu kaynaklara sahip olsalar bile, öncelikle aşağıdaki hususlar üzerinde dikkatlice düşünüp karar vermeleri gerekiyor:

  • Çevrimiçi ve harmanlanmış öğrenmeye geçişin hızı dikkate alındığında, önmüzdeki 20 sene içerisinde ne tür bir kampüse ihtiyaç duyacağız;
  • Öğrenciler çalışmalarının büyük çoğunluğunu çevrimiçi yapabilirken, fiziksel altyapıya yatırım yapmaya ne kadar gerek duymalıyız.

Bununla birlikte, en azından sınıf tasarımında öncelikleri belirlemek için birkaç fırsatımız olabilir:

  • yeni kampüslerin veya ana binaların nereye inşa edileceği veya yenileneceği;
  • mevcudu kalabalık birinci ve ikinci sınıfların kullanacağı sınıfların nerede yeniden tasarlanacağı: büyük sınıfların yeniden tasarımı için belki bir prototip tasarım yapılıp denenebilir; eğer model başarılı olursa aşamalı olarak diğer büyük sınıfların tasarımı için uyarlanabilir;
  • bir bölümün veya programın hem çevrimiçi hem yüz yüze sınıf öğretimini birleştirecek şekilde yeniden tasarlanması söz konusu olduğunda; bu bölüm veya programlar yeni sınıf tasarımının finansmanı için öncelikli olurlar.
  • eski veya yıpranmış ekipmanların yenilenmesi için yapılacak satın alımlar, sınıf tasarımlarının öncelikli konusu olmalıdır.

Burada önemli olan nokta yeni inşa edilecek veya düzenleme yapılacak sınıflara yatırımın arkasındaki itici gücün, pedagoji ve öğretim yöntemlerinde yapılan değişiklikler olması gerektiğidir. Bunun anlamı, akademisyenlerin, BT destek personelinin, öğretim tasarımcılarının ve tesislerde görev yapan idari personelin mimarlar ve mobilya tedarikçileriyle bir araya getirilmesi gerektiğidir. İkinci olarak, bizim çevremizi ve çevremizin de bizi şekillendirdiği ifadesine yürekten katılıyorum. Öğretmenlere ve öğretim elemanlarına esnek ve iyi tasarlanmış öğrenme ortamları sağlamak, onları derslerinde kullandıkları öğretim yöntemlerinde büyük değişiklikler yapmaya teşvik edecektir. Onları dizi dizi sıraların olduğu dikdörtgen kutulara tıkıştırmak ise tam tersine…

Belki hepsinden en önemlisi, kurumların kampüsteki binalarla ilgili gelecek planlarını tekrar düşünmeye başlamaları gerektiğidir. Özellikle de:

  • eğer öğrenciler zamanlarının yarısını çevrimiçi öğrenme ortamlarında veya ters-yüz sınıflarda geçireceklerse, ilave sınıf ya da amfiye gerek var mı?
  • çok sayıda öğrencinin küçük gruplar halinde çalışıp sonra tekrar bir araya gelebilmesini sağlayan öğrenme alanlarımız yeterli mi?
  • öğrencilerimizin ara vermeksizin çalışıp sosyalleşebileceği, kampüste bir arada çalışırken ürettiklerini saklayıp paylaşabilecekleri  hem yüz yüze hem çevrimiçi teknik olanaklara sahip miyiz?
  • yeni öğrenme alanları inşa etmek yerine varolan alanların yeniden tasarımına mı yatırım yapmalıyız?

Açık ve net olan birşey var: Eğitim kurumları, artık, çevrimiçi öğrenme, çevrimiçi öğrenmenin kampüs eğitimi üzerinde olası etkisi ve hepsinden öte birçok işi çevrimiçi olarak yapabilecekken öğrencilerimizin ne tür bir kampüs deneyimine sahip olmalarını istediğimiz konusunda kafa yormaya başlamaları gerekmektedir. Binalarımıza, sıralarımıza ve sandalyelerimize yapacağımız yatırımı şekillendirmesi gereken işte budur.

9.5.4 Kampüsün değişen rolü

Birçok akademik amacı temel alarak yukarıda bahsettiğimiz eşit ikame ilkesini kabul edersek, otobüs ve öğrenci sorusuna geri dönmemiz gerekir. Eğer öğrenciler çoğu şeyi eşit derece iyi şekilde (ve daha esnek bir öğrenme ortamında) çevrimiçi olarak da öğrenebiliyorlarsa, otobüse binip kampüse gelme zahmetine girmeleri için onlara kampüste neler sunmalıyız? Çevrimiçi öğrenmenin ortaya koyduğu asıl mücadele de budur işte…

Kastımız sınıfta veya laboratuvarda yüz yüze hangi öğretim faaliyetlerinin yapılması gerektiği değildir; daha ziyade bir okulun, yüksekokulun veya üniversitenin sosyal ve kültürel varolma amacından bahsediyorum… Büyük kent üniversitelerimizdeki öğrenciler her gün işe gidip gelir gibi toplu taşıma araçlarını kullanarak yalnızca ders dinlemek için okula geliyorlar, derslerin arasında belki öğrenme için kullanılan ortak alanları kullanıyorlar, bir şeyler atıştırıp evlerine dönüyorlar. Üniversitelerimizi ‘kitleselleştirdikçe’, ne yazıktır ki kurumun kültürel boyutunu da yitirdik.

Çevrimiçi ve harmanlanmış öğrenme, bizlere kampüsün rolünü ve amacını tekrar düşünme fırsatı sağlıyor. Bununla birlikte, öğrenciler istedikleri zaman istedikleri yerden çevrimiçi öğrenebiliyorken, sınıflarda ne yapmamız gerektiğini de tekrar düşünmeliyiz. Elbette ki dükkanı kapatıp herşeyi çevrimiçi ortama taşıyabiliriz (düşünsenize ne kadar çok tasarruf ederiz), ama en azından bunu yaparsak neler kaybedeceğimizi önceden görmemiz gerekir.

Önemli Noktalar

1. Teknoloji tabanlı öğrenme için, tamamen yüz yüze öğretimden tamamen çevrimiçi programlara uzanan bir süreç bulunmaktadır. Her öğretmen veya öğretim elemanının, bir dersin veya programın bu süreçin hangi noktasında yer alacağına karar verebilmesi gerekir.

2. Çevrimiçi öğrenmenin güçlü ve zayıf yönlerine dair deneyimlerimiz giderek artmaktadır; ancak araştırmalara dayalı kanıtlar veya kuramlar şu anda bu kararı verebilmemiz için yeterli değildir. En büyük eksiğimiz ise, çevrimiçi öğrenmenin de kullanıldığı durumlarda, yüz yüze öğretimin güçlü ve zayıf yönlerini inceleyen kanıta dayalı analizlerdir.

3. İyi kuramların yokluğunda ders verme biçimine karar verirken, özellikle de harmanlanmış bir dersteki yüz yüze ve çevrimiçi öğrenmenin farklı kullanımları için, dört faktörü dikkate alabileceğimize işaret ettim:

  • öğrencilerin özellikleri ve ihtiyaçları
  • öğretmen olarak tercih ettiğiniz öğretim stratejisi (yöntemler ve öğrenme çıktıları açısından)
  • konu alanının pedagojik ve sunumsal gereklilikleri (içerik ve beceriler açısından)
  • öğretmenin kullanabileceği kaynaklar (zaman dahil).

4. Özellikle de harmanlanmış öğrenmeye geçişte, öğrenmenin tam anlamıyla desteklenmesi için ihtiyaç duyulan olanaklar ile kampüsün kullanımını yeniden düşünmemiz gerekmektedir.

Etkinlik 9.5 Sınıf ortamınızı yeniden tasarlayın

Çalıştığım okullardan birinde, idari işlerden sorumlu yönetici her sınıfa bir duyuru asarak öğretmenlerin ders bittikten sonra sıraları tahtaya bakacak şekilde düzenli olarak dizdikten sonra sınıfı terketmeleri konusunda ikaz etmişti. Bu nedenle de, önce grup çalışması için sıraları düzenlemek, dersin sonunda da sınıfı yöneticinin istediği şekile dönüştürmek için ders süresinin neredeyse yüzde 25’ini harcıyordum.

1. Maksimum 40 kişilik bir öğrenci grubu için sıfırdan bir öğrenme alanı tasarlıyor olsanız, sizin ve öğrencileriniz kullanabileceği teknolojiler ve öğretim yöntemlerini de düşündüğünüzde nasıl bir öğrenme alanı tasarlardınız?

2. 200 kişilik bir sınıfınız olsa ve öğretim yönteminizi değiştirmek isteseniz, öğretiminizi nasıl tasarlardınız ve nasıl bir öğrenme alanına ihtiyacınız olurdu?

Ders verme biçiminin seçimine ilişkin web seminer

Bu konuyla ilgili olarak yapılmış bir web seminerinin kaydına şu bağlantıdan erişebilirsiniz:

https://contactnorth.webex.com/contactnorth/lsr.php?

Contact North|Contact Nord tarafından düzenlenen bu web seminer, 23 Kasım 2015 tarihinde yapılmıştı. Seminerde, dünyanın farklı bölgelerinden katılımcılarla aşağıdaki konuları tartışmıştık:

  • teknoloji tabanlı öğrenme süreci ve sağladığı kavramsal ve pratik faydalar;
  • uygun ders verme biçiminin seçiminde dikkat edilmesi gereken kilit faktörler;
  • harmanlanmış öğrenmeye nasıl geçilir;
  • çevrimiçi öğrenmeyle karşılaştırıldığında kampüs eğitiminin kendine özgü eğitsel faydaları.

Kaynakça

Valenti, M. (2013), in Williams, L., ‘AV trends: hardware and software for sharing screens, University Business, June

Lisans

 Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisans için ikon

Dijital Çağda Öğretim Copyright © by A.W. (Tony) Bates is licensed under a Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisans, except where otherwise noted.

Bu Kitabı Paylaş

Geri bildirim / Hatalar

Yorumlar kapalıdır.