BÖLÜM 2: BİLGİNİN DOĞASI VE ÖĞRETİM SÜRECİ

2.2 EPİSTEMOLOJİ ve ÖĞRENME KURAMLARI

2.2.1 EPİSTEMOLOJİ NEDİR?

Akşam yemeği senaryosunda, Stephen ve Caroline’ın bilginin doğasına ilişkin oldukça farklı inançlara sahip olduklarını gördük. Buradaki önemli nokta kimin haklı olduğu değil, gerçeğin doğası, gerçeği neyin oluşturduğu, o gerçeğin en iyi nasıl doğrulanacağı ve öğretim açısından bakıldığında kişilerin bu bilgiyi edinmesine nasıl yardım edileceği konularında farklı inançlarımız olmasıdır. Bu inancın temeli, konu alanına bağlı olarak (veya hatta sosyal bilimler gibi bazı alanlardaki ortak bilgi yığını içerisinde bile) değişiklik gösterecektir. Böylece öğretim yöntemlerine ilişkin tercihlerimizin ve hatta teknoloji kullanımımızın, bilginin doğasına, konu alanımızın gerektirdiklerine ve öğrencilerin nasıl öğrendiklerine ilişin inanç ve varsayımlarımıza dayandığı açıkça görülecektir. Buna ek olarak, konu alanı sınırlarını aşan ve ‘günlük’ olarak kullanılan genel bilgiden ayrılan akademik bilgi hakkında da ortak inançlar paylaştığımızı göreceğiz.

Yükseköğretim düzeyinde yaptığımız öğretim öncelikle inançlarımız doğrultusunda, veya belki daha da önemlisi, akademik disiplin içerisindeki ilgili konu alanında geçerli bilgiyi neyin oluşturduğuna dair ortak yargıya göre şekillenecektir. Bilginin doğası şu soruya odaklanır: Ne bildiğimizi nasıl bileceğiz? Bir şeyin ‘doğru’ olduğuna inanmamızı sağlayan nedir? Bu türdeki sorular, doğaları itibariyle epistemolojik sorulardır. Hofer ve Pintrich (1997)’e göre

“epistemoloji, bilginin doğası ve doğrulanması ile ilgilenen bir felsefe koludur”.

1860 yılında Oxford’daki Britanya Cemiyeti’nde Thomas Huxley ve Oxford piskoposu Samuel Wilberforce arasında geçen türlerin kökeni hakkındaki ünlü tartışma, bilginin temelleri konusunda inançlar arasında var olan çarpışmanın klasik bir örneğidir. Tartışmada Wilberforce insanoğlunun Tanrı tarafından yaratıldığını, Huxley ise insanın doğal seçilim sonucu evrimleştiğini savunmuştur. Piskopos Wilberforce kendisinin haklı olduğuna inanmıştır; çünkü ona göre ‘gerçek’ bilgi inançlarımız ve kutsal kitabın yorumlanması sonucunda ortaya çıkar. Profesör Huxley de kendisinin haklı olduğuna inanmıştır; çünkü ona göre ‘gerçek’ bilgi rasyonel şüphecilik ve deneysel bilim sayesinde türetilir.

Yükseköğretimin önemli bir parçası, öğrencilerin belirli bir disiplinin akademik temelini oluşturan ölçüt ve değerlere ilişkin anlayışlarını geliştirmeyi amaçlar. Bu ölçütler, ilgili konu alanında neyin ‘gerçek’ bilgiyi oluşturduğunu da içerir. Belirli bir konu alanında çalışan uzmanlar için bu varsayımlar öyle güçlüdür ve öyle yerleşmiştir ki, sorgulanmadığı sürece uzmanlar bu varsayımlardan şüphe bile duymazlar. Ancak öğrenciler gibi alanın ‘yenileri’ için, öğetim yöntemi ve içerik seçimini yönlendiren değer sistemlerini tamamen anlamak çok zaman alır.

İşte bu nedenledir ki, bizim epistemolojik duruşumuzun nasıl öğrettiğimize ilişkin doğrudan uygulamaya dönük sonuçları vardır.

2.2.2 EPİSTEMOLOJİ VE ÖĞRENME KURAMLARI

İlk ve ortaöğretim düzeyinde görev yapan çoğu öğretmen temel öğrenme kuramlarına aşinadır; ancak yükseköğretim düzeyinde çalışan eğitmenler sahip oldukları konu alanı uzmanlığı, araştırma becerileri veya mesleki beceriler temelinde istihdam edildiklerinden, kısaca da olsa temel öğrenme kuramlarının tanıtılması ve tartışılması önemlidir. Bu öğrenme kuramlarına dair formal bir eğitim veya bilgiye sahip olmasalar da, uygulamada tüm öğretmenler ve eğitmenler öğretime bu temel kuramsal yaklaşımlardan biri çerçevesinde bakmaktadır. Ayrıca çevrimiçi öğrenme, teknoloji temelli öğretim ve informal dijital öğrenme ağları hayatımıza girdiğinden bu yana, yeni öğrenme kuramları ortaya çıkmaktadır.

Alternatif kuramsal yaklaşımları bilen öğretmen ve eğitmenler, birbirinden çok farklı öğrenme durumları içerisinde, öğrencilerinin gereksinimlerine en uygun şekilde yanıt verecek öğretim deneyimlerinin ne olduğuna karar vermede daha avantajlıdır. Bölüm 1’de ortaya koyduğumuz dijital çağın öğrenenlerinin sahip olması gereken yeterliklere yanıt vermek söz konusu olduğunda, bu daha da önem kazanmaktadır. Ayrıca tek bir kuramsal yaklaşımın seçilmesi veya tercih edilmesinin, teknolojinin öğretimi desteklemek için nasıl kullanılacağı üzerinde ciddi etki yaratacağı da açıktır.

Alanyazında öğrenme kuramları ile ilgili araştırmaların hacmi düşünüldüğünde, burada yazmaya çalıştığımız reçetenin en hafif tabiriyle ‘üstünkörü’ olduğunun farkındayım. Öğrenme kuramlarını daha ayrıntılı incelemek isteyenler hatırı sayılır bir ücret ödeyerek Schunk’un (2011) kitabını veya daha uygun bir ücret karşılığında Harasim’in (2012) kitabını edinebilirler. Benim kitabımın amacı ise tüm öğrenme kuramlarını derinlemesine ve kapsamlı bir şekilde incelemek değil, dijital çağın öğrencilerinin sahip olduğu farklı gereksinimlere yanıt vermek için farklı yöntemlerin seçimi ve kullanımı için gereken temeli sağlamaktır.

İlerleyen kısımlarda, en çok bilinen dört öğrenme kuramını ve altlarında yatan epistomolojileri inceleyeceğiz.

KAYNAKÇA

Harasim, L. (2012) Learning Theory and Online Technologies New York/London: Routledge

Hofer, B. and Pintrich, P. (1997) ‘The development of epistemological theories: beliefs about knowledge and knowing and their relation to learning’ Review of Educational Research Vol. 67, No. 1, pp. 88-140.

Schunk, D. (2011) Learning Theories: An Educational Perspective Boston MA: Allyn and Bacon.

Lisans

 Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisans için ikon

Dijital Çağda Öğretim Copyright © by A.W. (Tony) Bates is licensed under a Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisans, except where otherwise noted.

Bu Kitabı Paylaş

Geri bildirim / Hatalar

Yorumlar kapalıdır.